Genelde dinin özelde şeri hükümlerin gayeleri anlamına gelmektedir. Allah’ın fiillerinin ve buna bağlı olarak mükelleflere yönelik koyduğu şeri hükümlerinin bir gayeye yönelik olduğu genel olarak kabul edilmektedir. Makâsıd anlayışına göre Allah bir bütün olarak din ya da tek tek dinî hükümleri koyarken belli bir gayeyi gözetmiştir. Bu gaye de kullarının dünya ve ahiret maslahatını gerçekleştirmektir. Gazzali’ye göre burada söz konusu olan maslahat ya bir menfaatin elde edilmesi ya da bir mefsedetin giderilmesi anlamına gelir. Bu bağlamda din ve dini hükümler mutlaka mükellef için ya bir maslahatı gerçekleştirmeye ya da bir mefsedeti gidermeye yöneliktir. Cüveynî (ö. 478/1085), Gazzâlî (ö. 505/1111), İbnü’l Hâcib (ö. 646/1249), İzz b. Abdüsselâm (ö. 660/1262) ve Karâfî (ö. 685/1286) çizgisinde gelişen makâsıdü’ş-şerîa düşüncesini bütünlüklü ve tutarlı bir teori haline getiren ve modern İslam hukuk düşüncesinde de hayli etkili olan isim Şâtıbî’dir (ö. 790/1388). Şâtıbî’ye göre İslâm hukukunun bütün hükümleri bir istikraya (Tümevarım) tabi tutulup incelendiğinde bu hükümlerin tamamının kulların maslahatlarını gerçekleştirmeye yönelik, bir hikmete müstenit ve bir illetle muallel olduğu görülür. Buna göre bütün dini yükümlülüklerin maksatlarının zarûrî, hâcî2 ve tahsînî3 şeklinde üç derecede ortaya konabileceğini, bu üç kademenin tamamlayıcı (mükemmilat) unsurları yanında hem kendi aralarında hem de kendi içlerinde mertebelerinin var olduğunu belirtir. Örneğin dinin zarûrî seviyede korumayı hedeflediği maksatlar din,
2 Ferdî veya içtimaî hayat için mutlaka gerekli olmayan, ancak bunların düzenli olarak yürümesini temine yarayan hükümler anlamında fıkıh terimi.
3 Hayatı güzelleştirmeyi hedefleyen ve insanı mükemmeli aramaya teşvik eden -zarûriyyât ve hâciyat düzeyine çıkmamış- düzenlemeleri ve bunların sağladığı faydaları ifade eden fıkıh usulü terimi.
can, akıl, nesil ve maldır. Din ve dini hükümler en temelde bu maksatların korunması ve bunlara gelebilecek mefsedetlerin giderilmesini amaçlar. Bkz. Mefsedet