Adalet genel olarak hakkaniyetli olmak anlamında anlaşılmıştır. Adalet ayrıca ahlaki olmakla da yakından ilişkili bir kavramdır. Bireysel etik düzeyinde adalet insani yetkinleşme ile ilgili bir erdemdir. Kamu politikası düzeyinde farklı grupların ve ihtiyaçların bir optimizasyon içinde giderilmesi anlamına gelir. Bütün bu anlam ve kullanımları aşacak bir biçimde adalet çoğu kez daha geniş bir ideali ve kendisine kaynaklık eden daha temel değerleri bünyesinde barındırır.
Adalet bir şeyin olması gereken yerde olması, tabiatına en uygun biçimde varlığını sürdürmesi ve amacına uygun olarak kullanılması/değerlendirilmesi olarak görülebilir. Adaletin karşıtı olan zulüm de bu anlamların/durumların tersini ifade eder. İki aşırı tutum ve davranış arasındaki orta hal anlamına sahip olan itidal, düzen fikrinin temelini teşkil etmektedir. İtidal ile aynı kökten gelen adalet kavramının her düzeyde temel bir hareket noktası olması bu sebeple çok önemlidir. Adalet fikri hem etik hem de iktisat, hukuk ve siyaset düşüncesinde merkezi bir yer tutar.
Aslında adalet bir şeyin kendisini değil özelliğini adlandırır. Bu sebeple isim olarak adaletten ziyade “adil” ya da “adaletsiz” sıfatlarına odaklamak onu açıklamak bakımından daha uygun olabilir. Bunu yapmak, adalet yargılarının daha geniş ahlaki yargılar alanında ve daha da geniş değerlendirici yargılar evreninde nasıl ayırt edici olduğunun açıklığa kavuşturulmasını kolaylaştırır.
Bu anlamda adaletin yalnızca betimleyici değil, aynı zamanda normatif bir anlama sahip olduğunu kabul etmek açıklamayı kolaylaştırabilir. Olası bir eylemi veya yasayı adaletsiz olarak adlandırmak onun uygulanmasına karşı çıkmaktır. İnsanlar teoride genellikle adil kararlar verirler ve adil davranırlar. Ancak uygulamada adaleti yakalamak hem daha zor hem de daha önemlidir. Adalet hayatın içinde uygulanan ve elde edilen neticelere bağlı olarak var olan somut bir olgudur. Bu sebeple tarih boyunca adalet somut göstergeler üzerinden değerlendirilen toplam bir sonuç olarak görülmüştür.