eng

Deyimler Sözlüğü (28)

# A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Deyimler Sözlüğü İçerisinde Arama

Deyimler Sözlüğü (28. Sayfa)

burnu sızlamak :
duygulanmak:
burnu sürtülmek :
sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul et ...
burnu yere düşse almaz :
kendini beğenmiş, kibirli.
burnuna karıncalar dolmak :
ölmek:
burnuna koymak :
aldırış etmek, göz önünde tutmak, değer vermek, kale almak:
burnunda tütmek :
çok özlemek:
burnundan (fitil fitil) gelmek :
elde ettiği güzel şey, sonradan gelen üzüntüler üzerine kendisine ...
burnundan düşen bin parça olmak :
çok asık suratlı olmak.
burnundan gelmek :
iyi niyetle girişilen bir işten beklenen sonuç alınamadığından do ...
burnundan getirmek :
yaptığına pişman etmek:
burnundan kıl aldırmamak :
kendisine söz söyletmemek, çok huysuz olmak.
burnundan solumak :
çok öfkelenmiş olmak:
burnunu çekmek :
1) sümüğünü çekmek: 2) (Mecaz) umduğunu bulamamak, amacına ulaşam ...
burnunu kırmak :
birini güç durumda bırakarak büyüklenmesini veya direnişini yok e ...
burnunu sıksan canı çıkacak :
çok zayıf ve güçsüz kimseler için kullanılan bir söz:
burnunu sürtmek :
sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul et ...
burnunun dibine sokulmak :
çok yaklaşmak, iyice yaklaşmak.
burnunun dikine (doğrusuna) gitmek :
öğüt dinlemeyerek kendi bildiği gibi davranmak:
burnunun direği kırılmak (düşmek) :
çok pis bir koku duyarak tedirgin olmak.
burnunun direği sızlamak :
maddi veya manevi çok acı duymak, çok üzülmek:
burnunun direğini kırmak :
çok pis bir koku yayarak tedirgin etmek:
burnunun ucundan ötesini (ilerisini) görmemek :
dar düşünceli olmak.
burnunun ucunu görmemek :
1) çok sarhoş olmak; 2) dalgın, dikkatsiz olmak
burnunun yeli harman savurmak :
1) büyüklenmek, kibirlenmek; 2) çok öfkelenmek
burnunun yeli kırılmak :
öfkesi yok olmak:
burun buruna gelmek :
1) beklenmedik bir anda karşılaşmak, birbirlerine çok yaklaşmak: ...
burun bükmek :
beğenmemek, önem vermemek:
burun kıvırmak :
önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek:
burun şişirmek :
kibirlenmek.
burun yapmak :
üstünlük taslamak.
burusu tutmak (tutulmak) :
sancılanmak:
buyruğu altına girmek :
bir kimse başka bir kimsenin isteklerini ister istemez yerine get ...
buyur etmek :
1) buyurun diyerek konuğu saygı ile içeri almak: 2) sofraya çağır ...
buyurun cenaze namazına! :
(Şaka) beklenmedik kötü bir durum karşısında üzüntü anlatan bir ...
buz bağlamak :
sıvıların yüzeyi donmak.
buz gibi :
1) çok soğuk; 2) çok soğuk bir etki uyandıran (şey veya kimse); 3 ...
buz kesilmek :
şaşılacak, üzülecek bir durum karşısında donakalmak.
buz kesmek :
çok üşümek:
buz tutmak :
sıvının üstünde buz oluşmak, buzla kaplanmak.
buz üstüne yazı yazmak :
1) süresi, etkisi çok az olacak bir iş yapmak; 2) bir kimseye etk ...
buzdolabı gibi :
çok soğuk bir etki uyandıran (kimse).
buzdolabına kaldırmak :
bir konuda anlaşmaya varılamadığı için onu bir süre gündem dışınd ...
buzlar çözülmek :
1) buzlar erimeye ve kırılmaya başlamak; 2) (Mecaz) aradaki soğuk ...
bülbül gibi konuşmak (okumak) :
1) kolaylıkla konuşmak, okumak: 2) itiraf etmek
bülbül gibi konuşturmak (söyletmek) :
itiraf ettirmek:
bülbül gibi söylemek :
hiçbir şey saklamadan bildiklerini söylemek, itiraf etmek:
bülbül gibi şakımak :
güzel sesle, neşeyle konuşmak.
bülbül kesilmek :
bir etki veya baskı altında çokça konuşmak:
büyü bozmak :
yapılmış bir büyüyü etkisiz duruma getirmek.
büyü bozulmak :
1) yapılmış bir büyü etkisiz duruma getirilmek: 2) (Mecaz) öncede ...
büyük (söz) söylemek :
yapacağı bir şey hakkında kesin konuşarak övünmek.
büyük abdesti gelmek :
dışkı yapma ihtiyacı duymak.
büyük gelmek :
kıyafet, bol ve geniş olmak.
büyük görmek (bilmek, tutmak) :
kendini veya başkasını olduğundan üstün saymak, yüceltmek.
büyük laf etmek :
büyük söz söylemek.
büyük oynamak :
1) çok para koyarak kumar oynamak; 2) (Mecaz) büyük risk ve bekle ...
büyük sözüme tövbe! :
bir konuda çok kesin konuşulduğunda tersi bir durumun başa gelmem ...
büyük yemin etmek :
bir şeyi yapmamak konusunda en kutsal şeyler üzerine ant içmek.
büyükle büyük, küçükle küçük olmak :
her yaş ve durumdaki kişilere karşı dostça, arkadaşça davranmak.
büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmek :
saygı ve sevgi göstermek:
büyüklük göstermek :
gönül ululuğu göstermek:
büyüklük satmak :
gururlanıp üstünlük taslamak:
büyüklük taslamak :
kendini üstün görmeye çalışmak, böbürlenmek:
büyümüş de küçülmüş :
konuşması ve davranışları yaşına uymayan, büyüklerinki gibi olan:
büyüsüne kapılmak (tutulmak) :
bir şeyin, bir kimsenin çekiciliğinden kurtulamamak:
büzülüp oturmak (kalmak) :
bir kenarda çekingen bir tavırla oturmak:
caddeyi tutmak :
1) herhangi bir sebeple bir yoldan geçişi engellemek, kapamak; 2) ...
cadı gibi :
1) saçı başı dağınık, tırnakları uzun ve pis (kadın); 2) çok bece ...
cadı kazanı gibi kaynamak :
dedikodu, kargaşa çok olmak.
cafcafından geçilmemek :
her zaman ve her yerde gösteriş yapmak:
cahil kalmak :
bilgi edinememek, bilgisi olmamak:
caka satmak :
gösteriş yapmak, çalım satmak:
caka yapmak :
gösterişli davranmak, fiyakalı durumda olmak:
cakasından geçilmemek :
her zaman ve her yerde gösteriş yapmak:
cakasını bozmak :
çalımına engel olmak, böbürlenmesini boşa çıkarmak.
cam gibi :
1) arkası görünen, saydam, şeffaf; 2) donuk, cansız (göz)
cama çıkmak :
pencereden görünmek.
camadan vurmak :
fazla rüzgâra karşı yelkeni kasmak.
camadanı fora etmek :
bağları koyuverip kısılmış yelkeni açmak.
camı çerçeveyi indirmek :
etrafı kırıp dökmek, her şeyi parçalayıp dağıtmak:
cami olmak :
toplamak, bir araya getirmek, bir arada bulundurmak:
cami yıkılmış ama mihrabı yerinde :
yaşlandığı hâlde güzelliği bozulmamış (kadın)' anlamında kullanıl ...
can alacak nokta (yer) :
bir şeyin en önemli yeri:
can alıp can vermek :
ölüm sıkıntısı ve acısı içinde bunalmak.
can atmak :
şiddetle arzu etmek, çok istemek:
can baş üstüne :
istenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatan bir sö ...
can başına sıçramak :
çok korkmak.
can beslemek :
1) kaygısızca yiyip içip rahatına bakmak; 2) başkasının yiyeceğin ...
can borcunu ödemek :
ölmek:
can bulmak :
dirilmek, canlanmak:
can cana, baş başa :
1) bir tehlike anında herkesin kendi canının, kendi başının kaygı ...
can çekişmek :
1) ölmek üzere bulunmak: 2) sona ermek, tükenmek, bitmek
can damarından yakalamak :
1) konuya en önemli yerinden yaklaşmak; 2) birinin en zayıf nokta ...
can derdinde olmak :
zor bir durumdan kurtulmaya çalışmak:
can kalmamak :
bitkin bir duruma gelmek, gücü tükenmek.
can kaygısına düşmek :
her şeyden vazgeçip sadece kendi hayatını koruma veya kurtarma ça ...
can olmak :
sevimli, hoş görünmek:
can sıkmak :
1) bıkkınlık vermek: 2) huzur bozmak
can simidi olmak :
birinin kötü durumda kalmasını engellemek.
can vermek :
1) ölmek: 2) ruha güç vermek