eng

Deyimler Sözlüğü (11)

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z
11. Sayfa
(her şeye) baş sallamak :
karşısındakinin her sözünü uygun bulur görünmek.
(herhangi bir biçim) kolayına gelmek :
bir işin herhangi bir biçimde yapılmasını daha kolay bulmak.
(herhangi bir nitelikte) kalemi olmak :
herhangi bir nitelikte yazı yazabilmek:
(herhangi bir şey) pahasına :
karşılığında, uğruna, ... için:
(herhangi bir şeye) talim etmek :
1) (Teklifsiz Konuşma) az para karşılığında çalışmak; 2) hep aynı ...
(herhangi bir şeye) varıncaya kadar :
ne varsa her şeyini:
(herhangi bir şeyi) sokakta bulmamak :
herhangi bir şeyi değerli ve önemli bulmak:
(herhangi bir şeyi) şekle sokmak (koymak) :
1) uygun bir biçime girmesini sağlamak; 2) herhangi bir biçimde s ...
(herhangi bir yerde) ne arıyor :
neden oraya gitmiş' anlamında kullanılan bir söz:
(herhangi bir yılın) kurası olmak :
(Askeri) o yıl askerlik çağına girenlerden olmak.
(içinde) at koşturmak :
bir alanda çok geniş olduğu için alabildiğine rahat hareket edebi ...
(iş) ortada olmak :
yapması gereken kişi belli olmamak.
(iş) pot gelmek :
sonu iyi olmamak, ters gelmek:
(iş) üç nalla bir ata kaldı :
eline önemsiz bir imkân geçtiğinde büyük işlerin düşüne kapılanla ...
(işi veya durumu) duman olmak :
1) (Argo) işi, durumu berbat olmak; 2) bir kimse veya bir şey ort ...
(işi) tavına getirmek :
işi en uygun duruma getirmek.
(kızın) boyu bacadan mı aştı? :
daha evlenecek yaşta değil' anlamında kullanılan bir söz.
(parayı) avucuna saymak :
peşin olarak ödemek.
(söz) abes kaçmak :
uygun düşmemek.
(şuna veya buna) kalsa (kalırsa) :
1) herhangi birinin kanısınca: 2) elinden gelse, elinde olsa
(şundan veya bundan) kalır yeri yok :
ayrımsız, farksız:
(tavşan boku gibi) ne kokar ne bulaşır :
kimseye iyiliği de dokunmaz, kötülüğü de' anlamında kullanılan bi ...
(üstünden veya paçalarından) kibarlık akmak :
(Teklifsiz Konuşma) aşırı derecede kibar davranmak.
(üstüne) kalem çekmek :
gereksiz olduğunu belirtmek için üstünü çizmek.
(üzerine) tüy dikmek :
(Teklifsiz Konuşma) kötü bir durum almış bir işi büsbütün kötü bi ...
(vücudun bir yerine) kan oturmak :
bir damarın çatlamasıyla sızan kan, dokular arasına akıp kalmak.
... azmanı :
...'nın çok gelişmişi, iri yapılısı:
... bir hâl almak (hâle girmek) :
... bir duruma gelmek:
... canlısı :
... düşkünü.
... durumuna düşmek :
şartları kötüleşmek.
... durumunda olmak (bulunmak) :
zorunluluğunda olmak.
... duygusu uyandırmak :
bir duygu oluşturmak:
... elinden çıkmak :
biri tarafından yapıldığı belli olmak:
... fırın ekmek yemesi lazım :
bir duruma erişmek için pek çok emek vermesi, çalışması gerekir' ...
... gibi yapmak :
... imişçesine davranmak:
... hâline gelmek :
gibi olmak.
... kim ... kim :
yakıştırılan şeyin uygunsuzluğunu belirtmeye yarar:
... kisvesi altında :
herhangi bir nitelikte veya biçimde' anlamında kullanılan bir söz ...
... nere ... nere :
iki şeyin aralarındaki uzaklığı veya nitelik ayrımını belirten bi ...
... nerede ... orada :
söylenilen iki şeyin birlikte olması gerektiği anlatılmak istendi ...
... olsun ... olsun :
sözü geçen her şey:
... vaziyeti takınmak :
herhangi bir tavır takınmak.
... yaşını sürmek :
... yaşında olmak:
aba gibi :
kaba ve kalın (kumaş).
abanoz gibi :
1) çok sert: 2) kapkara
abazan kalmak :
1) uzun süre cinsel ilişkide bulunmamak; 2) aç kalmak
abdest almak :
1) Müslümanlar, belli ibadetleri yapabilmek için bir düzen içeris ...
abdest bozmak :
idrar veya dışkı yapmak.
abdest tazelemek :
abdesti bozulmadığı hâlde yeniden abdest almak.
abdesti gelmek :
abdest bozmaya gereksinim duymak.
abdesti kaçmak :
abdesti bozulmak.
abdestinde namazında olmak :
dindar olmak.
abdestinden şüphesi olmamak :
yaptığı işte kusuru olmadığını kesin olarak bilmek.
abdestsiz yere basmamak :
dinî kurallara titizlikle bağlı olmak.
abesle iştigal etmek (uğraşmak) :
yersiz, yararsız işlerle vakit öldürmek:
abıhayat içmiş :
yaşı çok ilerlemiş olmasına karşın genç görünen (kimse).
abliyi kaçırmak (bırakmak, koyuvermek) :
1) soğukkanlılığını yitirip davranışlarını denetleyememek; 2) şaş ...
ablukayı yarmak :
kuşatılan bölgeden zor kullanarak dışarı çıkmak.
abuk sabuk konuşmak :
ne söylediğini bilmeden, düşüncesiz, tutarsız konuşmak.
acayibine gitmek :
yadırgamak, tuhafına gitmek.
Acem kılıcı gibi :
her iki tarafı da idare edebilen, güvenilmez (kimse).
acemilik çekmek :
alışamadığı bir işte zorluk çekmek.
acı (acılar) görmek :
kötü günler yaşamak.
acı çekmek (duymak) :
1) ağrı, sızı duymak: 2) (Mecaz) üzülmek, üzüntü içinde kalmak
acı gelmek :
dokunmak, kırmak, üzmek:
acı söylemek :
olumsuz bir davranış karşısında gerçeği olduğu gibi söylemek.
acından ölmek :
1) çok acıkmak; 2) aşırı derecede yoksul olmak
acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek) :
1) bir şeyin acısını derinden duymak; 2) kötü bir şey olacağını d ...
acısı ortaya çıkmak :
olumsuz sonucu yavaş yavaş ortaya çıkmak:
acısını almak :
1) acılığını gidermek; 2) sızıyı dindirmek
acısını bağrına (içine) basmak (gömmek) :
bir üzüntüye, sıkıntıya yakınmadan katlanmak.
acısını çekmek :
yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntü içinde bulunm ...
acısını çıkarmak :
1) acılığını yok etmek: 2) (Mecaz) uğradığı maddi veya manevi zar ...
acısını görmek :
bir yakınının ölümünü görmek.
aciz içinde olmak :
gücü yetmemek, becerememek.
âciz kalmak :
çok uğraşmasına karşın bir işi yapamamak:
acze düşmek :
çaresiz kalmak, elinden bir şey gelmemek.
aç açık kalmak :
yoksulluk içinde, evsiz barksız kalmak.
aç doyurmak :
yoksulları beslemek.
aç kalmak :
1) karnını doyuramamak: 2) yoksulluğa düşmek
aç kurt gibi :
büyük bir istekle.
aç susuz kalmak :
1) yoksulluktan yaşayamayacak bir duruma gelmek; 2) yoksul bir du ...
açığını kapamak (kapatmak) :
1) eksiğinin veya küçük düşürücü durumunun anlaşılmamasını sağlam ...
açık düşmek :
1) herhangi bir sebeple bir filodan veya istenilen yerden uzakta ...
açık kapamak :
bütçenin gider fazlasını, para sağlayarak ortadan kaldırmak.
açık kapı bırakmak :
gereğinde, bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip at ...
açık vermek :
1) geliri, giderini karşılamamak; 2) gizlenmek istenen bir olayı, ...
açıklar livası olmak :
(Alay) işsiz ve kazançsız kalmak.
açıklığa kavuşturmak :
bir konu veya sorunu aydınlatmak, kapalılıktan kurtarmak, anlaşıl ...
açıklık getirmek :
bir konu veya sorunu anlaşılır duruma getirmek.
açıklık kazanmak :
bir konu aydınlanmak, anlaşılır duruma gelmek.
açıkta kalmak (olmak) :
1) iş ve görev bulamamak; 2) yersiz yurtsuz kalmak; 3) birkaç kiş ...
açıktan almak :
1)(Denizcilik) açıktan geçmek; 2) (Mecaz) bir tehlikenin uzağında ...
açılıp saçılmak :
1) kadın açık saçık giyinmeye başlamak; 2) kadın eskisine göre öl ...
açlığını öldürmek :
açlık duygusunu yatıştırmak:
açlık çekmek :
yoksulluk içinde bulunmak.
açlıktan gözü (gözleri) dönmek (kararmak) :
çok acıkmak:
açlıktan imanı gevremek :
çok acıkmak.
açlıktan nefesi kokmak :
yoksulluk içinde bulunmak.
açlıktan ölmek :
dayanılmaz derecede acıkmak, çok acıkmak.